30 Kasım 2008 Pazar

Gölgesizler

"Yazmayacaktım...... Söz vermiştim kendime daha bir hafta olmadı ama dayanamadım kırdım sözümü! Yazmalıydım! Yoksa gerçekleri kim anlatacaktı yeni nesillere!" dememi beklemiyorsnuz a sevgili dostlar? Yazmam yazmamam bişey değiştirmiyor çünkü SİZ ZATEN YOKSUNUZ :) Olsun tek bir dost yeter de artar yeter ki gerçek olsun berkay gibi! İşte onun için yazıyorum...

Bugün okulda patent eğitimi aldım, sabah 9buçukta başlayıp akşam 17:00 da bitti. MM den çıkmış çarşıya doğru yürüyordum ki aklıma bişey geldi dur dedim bunu bloga yazayım. Sonra işte unuttum. Şimdi ne yazıcam bilmiyorum eğer aklıma gelirse diye sizi hatta bekletiyorum sorun değil inşallah?
O zaman size yakında çıkacak olan bir filmden bahsedeyim: "Gölgesizler".
Gölgesizler Hasan Ali Toptaş'ın aynı isimli romanından (1995'te) uyarlanmış; göçmenliği, göçmenlerin yaşadıkları, onlara yaşatılan kimlik karmaşasını anlatan bir film. Kırklarelinde çekilmiş. Başrollerde Selçuk Yöntem ve Hakan Karahan ve birçok isim daha var. Hakan Karahan Candan Erçetin'in birçok şarkısının "Sinan" rumuzlu (gizli) söz yazarı, aynı zamanda 11 yıllık sevgilisi. Bu filmin müziklerini yapan kişi de yugoslav göçmeni Candan Erçetin bu arada. Bu kızıl prenses öylesine kelimelerle-anlatılamayacak-bir-şey ki... İşte film için yaptığı şarkının sözlerinin bir kısmı:

Yalanlar içinde doğruyu bulan, cayanlar içinde sözünde duran, satanlar içinde ayak direyen, yananlar içinde değil miyim?

Her adalete duvar ördüren, her cesarete kilit vurduran, her asalete boyun eğdiren, sen değil de ben miyim?

Geçimsizim bugünlerde, kimsesizim bu yerlerde, değersizim bu ellerde, çaresizim doğduğum yerde, gölgesizim hergün her yerde"

Vatan gazetesi internet sitesinde bu şarkıyı legal mp3 olarak yayınlıyor ve indirmemizi sağlıyor. Bence dinlemelisiniz, Candan Erçetin'in tarzından çok farklı; Yaşadıkları canına tak etmiş, gururla "Türküm" diyen vatansever bir göçmenin feryadı bu şarkı. Söz-müzik: Candan Erçetin...

işte bu da şarkı:

12 Kasım 2008 Çarşamba

Dün, yine güzelim ODTÜ'nün git git bitmeyen kampüsü içinde garip bir yeri daha keşfettim: ODTÜ Teknokent...
Teknokent'e gitmek üzere bir arkadaşımla yola çıktık.. Biz sanıyoruz ki işte, böyle magnetik ya da yer çekimsiz odalar, simülasyon salonları, oyun sahaları falan filan. Biz oraya bayaa Tekno-Park hayaliyle gittik. Zaten gidene kadar adını da Teknopark olarak biliyorduk.
Neyse efendim, çöl süsü verilmiş bu yere girer girmez hemen binalara atalım dedik kendimizi. Birine girdik.. Boştu. Sadece uyuşuk bir güvenlik görevlisi (abi saygılar) ve bir kaç takım elbiseli adam. Meğersem öğle tatiliymiş. Fırsattan istifade edip karnımızı doyurduk. Çok ucuz değil buranın kantini, pahalı hatta. Ee malum orda ODTÜ'den bağımsız bambaşka bir medeniyet var. Bayaa bildiğin şirketler arazisi kurulmuş. Hep 30 yaş üstü insanlar filan. Bir anda, bırakılacak biri olmadığı için babanın yanında işe gelen küçük çocuk baskısı hissettim üzerimde.
Yemekten sonra o bina senin, bu bina benim, şurdaki sana girsin burdaki de bana diye şen şakrar dolaşırken hep bir yerlere yönlendirildik. "Onu şurdaki sekretere soracahsınız", "İlerde sağda İkizler binasından öğrenecehsiniz", "Şu copu görüyonnu".. Ha, yok bu en sonuncusu olmadı Allah'tan :D
En sonunda yönlendirile yönlendirile başımız dönerken şu şekilde kibar bir kovulma ile karşılaştık: "E şekerim siz internet sitesinden araştırdınız mı iyice? Hayır yani oraya bakmadan direk buraya geliyosunuz, ben hepsini nası anlatıyım? Şimdi gidin ve önce websitemize bakın.." Kıçımıza tekmeyi yiyince arkamıza bakmadan uzaklaştık. Ve böylece Teknokent maceram da şimdilik sona erdi..
Pi-Es: Geçen hafta popquiz vardı diye (bkz: Sonunda) gereksiz şakalar yapan sınıf arkadaşlarıma selam olsun, 0 falan almamışım.
Saygılar.

9 Kasım 2008 Pazar

Pazar Girdisi

Berk'in yokluğunu fırsat bilip hemen bir kayıt daha gireyim diye düşündüm. Kusura bakma dostum :D Öncelikle 10 Kasım'ın yaklaşmış olması nedeniyle hem blog olarak, hem de deli dolu akıllı uslu iki çalışkan Türk genci olarak, Mustafa Kemal'i saygıyla anıyoruz. Yani aslında her zaman saygıyla anıyoruz ama 10 Kasım'da daha bi' özlüyoruz. (bir reklamda şöyle bir ifade gördüm, çok hoşuma gitti: "1881 - 193∞")
10 Kasım'dan bir gün öncesine, yani bugüne dönecek olursam; Fenerbahçe'nin fark attığı bir derbi var. Bir Beşiktaşlı olarak FB taraftarlarını kutluyor, Galatasaraylılara da (en başta Berk'e) geçmişler olsun diyorum.
Farkındayım, fazla resmi bir kayıt oldu, bunun için Berk'le benim gelecekten gelen bir resmimizi koydum.. Herkese mutlu ve sevecen bir hafta diliyorum. Hadi dağılın şimdi.

7 Kasım 2008 Cuma

Sonunda.

İnişli çıkışlı pop-quiz notları grafiğimi yüreğim ağzıma gelerek izliyordum, zira birinden 90 almışsam hemen sonrakinden 65 falan alıyordum. Acaba sıradaki parça kimin için gelecek endişesiyle quizlere girip çıkarken kafası yalama olan ben, sonunda ODTÜ'de ilk kez bir pop-quizi kaçırdım (hoca yine bir fake atıp derse gelmeyince gittik çarşıya, sanki hepimiz O'Sullivan'mışız gibi bilardoya koştuk yine, ama nerden bilirdik popquiz geleceğini?). Ve böylece metünün ilk 0'ını da (yazıyla sıfır) almış bulundum. Rahatladım; kafam, gönlüm, ağzım, burnum rahatladı. Önümüzdeki maçlara bakıcaz.. Ha bi de önümüzdeki maçları kaçırmıycaz tabi.. Gülücük adam :)

6 Kasım 2008 Perşembe

Rezalet!

Efendim dün okuldan çıktım ve eve gitmek üzere yurtların ordan otobüse bindim. Şoför pasosu olmayan iki kez bassın dedi, fakat ben çoktan basmıştım ve sıradaki basmaktaydı "hı hö? bişey mi? oe pasoeü.. ben gitti.." diye mırıldanarak arkada bi koltuğa sindim! OHA ya oha! İki kez basılır mı en fazla farkı alınır o da 40 kuruş! Neyse efendim herkes de aynı şekilde sıyrılarak geçti ordan derken Yüzüncüyıl'da Kiler durağında binen üç liseli kız yine şoför tarafından aynı sebepten uyarıldı, fakat kızlar paso için başvurduklarını hatta 21 ytl verdiklerini ve bandrol beklediklerini söylediler -sert ve asi bir tavırla-. Bu sırada otobüse binen bir EGO görevlisi kızlara ters ters bakarak o iğrenç sokak ağzıyla "buranın kuralı vaar kızlaar öylee gonuşamazsınız öğrenci belgeni ibraz etmeden geçemezsiiiin" (halbuki mesele öğrenci belgesi değildir paso başka bişeydir -paso: öğrencilerin indirimden yararlanmak için verdikleri FAHİŞ ücret karşılığında aldıkları bandrolle geçerli olan kart! Yani o cahil, terbiyesiz, kaba ve ... adam daha bunu bilmiyor bi de ibraz kelimesini kullanıyor hey yarebbim- Daha sonra kızlar kalkıp orta sıralarda bi yere oturdu ve adamla konuşmayı kestiler, ama adam şoföre arabayı durdurmasını ve kızlar inmeden hareket etmemesini söyledi bütün diğer yolcuları rahatsız ve huzursuz eden o ses tonu ve kızları küçük düşüren hakaretleriyle... Sonra kızlar dayanamadı ve söylene söylene arabadan indiler. Adam bunla da yetinmedi anca gidersiniz dedi bağırarak. Bu kez sadece otobüsteki insanlar değil bütün yüzüncüyıl duymuştu adamın sesini, dolayısıyla kızlar da karşılık verdi ona ve adam gaza gelip arabadan indi ve arkalarından gitti. Bu hangi çağdan geldiği belli olmayan hatta ne tür bir yaratık olduğu da kestirilemeyen canlı hepimizin huzurunu kaçırmıştı. Otobüste bir sürü yaşlı insan da vardı ve bu olaydan sonra şoförü azarladılar, beyfendiye(!) neden bu olayın böyle uzatıldığını ve kızların arabadan indirildiğini sordular, adam kem küm etti bişey diyemedi...

ODTÜ'de otostop

Aslında tam başlık şöyle olmalıydı; "ODTÜ'de otostop çekmeye çalışan hazırlık insancığı Berkay". Evet, "çeken" değil "çekmeye çalışan".. Neden böyle? Çünkü beceremiyorum. Daha başparmak aşağıyı mı yukarıyı mı göstericek onu bile yeni öğrendim. Dur, nasıldı.. Başparmak aşağı doğru ise 'kapıya gidicem', yukarı doğru ise 'dışarı çıkıcam'. Uff yok yau böyle değildi. Bak, öğrenememişim daha..
Her neyse, dün bir arkadaşımla beraber rektörlüğün ordan kapıya gitmek üzre otostop çekelim dedik. Malum, yürüsek on dakkada ancak gideriz. Gelemeyiz öyle sıkıntılara.. Durduk rektörlüğün karşısında, ve ben başladım otostop çekmeye. Sağ el yola, başparmak aşağı doğru. Umutla bekleyen bendenizi bir türlü sallamayan arabaların sayısı giderek arttı, arttı, arttı... Arkadaşıma dönüp 'biraz sen denesene, belki duran olur' dedim. Arkadaşın sırasında daha ilk geçen araba durdu. İçimden "oha, hasstr, üff, vay canına"; dışımdansa "eheh valla bravo ehi heh" nidaları çıkıverdi. Bindik arabaya, kapıda indik.
Bu benim ikinci başarım otostop denemelerimde. Başarısız olduğum diğer pek çok denemenin yanında bir hiç tabi. Ben de bunun üzerine düşünmeye başladım. Acaba neden beni arabalarına almıyorlar? Şeytan tüyü de var ama?.. Alsanıza lan, ağlarım.. (Velhasılkelam, ODTÜ'de otostop girişimlerim büyük çoğunlukla dolmuş durdurarak sona erdi, daha uzun zamanlar da öyle olacak gibi görünüyor)

5 Kasım 2008 Çarşamba

arkabahçe ha?

Çok geçmiş olsun sevgili berkay düştüğünü şimdi okudum ve yeni öğrenmiş oldum, inşallah bişeyin yoktur. Başlığı okuyunca geçen gün arkadaşlarınla bir küçücük aslancık sırıtışınla yurtların ordan çarşıya yürüdüğünü (ben otobüsteydim) hatırladım, arka bahçeden döndüğünü düşünmüştüm :) Benim de ilk keşfedişim şöyle oldu efendim:
Arkadaşlar kilo işi binlerce çeşit yemek olan harika ve çoook ucuz bi yer olduğunu söylediler tabii ki ARKA BAHÇEE sonra gittik beraber ve herbirimiz kaybettik kendimizi, aslında sadece ben kaybetmişim kendimi çünkü hesap 9 ytl tuttu :D whereas konuşulan fiyatlar 3 ytl 4 ytl arası... Bu arkadaşlar ise tabaklarının çeyreğini doldurmuşlar O KADAR yemek tabii ki 3 ytl tutar! Gerçi ben de abartmışım efendim üç çeşit yemek, tatlısından meşrubatına olmakla birlikte her şeyi almışım 9 ytl bedava sayılır. Nitekim kilolar aldı başını gidiyor şekerim bi dur demek lazım :)

3 kilo bi' milyooon!..

İlk kez ODTÜ'de gördüğüm adetler var efendim. Neymiş? Açık büfeden alıp alıp, dolan tabağı tarttırıcakmışız. Tarttırmadan ne ödeyebilicek ne de yiyebilicekmişiz.. Buehh!.. Belki otellerin açık büfesinde böyle uygulamalar vardır, bilemem; ama tuhaf yahu! Mantıklı gibi görünmesine rağmen çok saçma ve ilkel bi kere. Tabağına al al, sonra git kasaya tarttır, parasını ver, öyle ye. Oldu aşkım.
Nerde kaldı Türk örf ve adetleri? Bizde napılırdı eskiden? Baktın masadakilerin yemeği bitmiş, herkeste bir "kalkalım" durumu var, hemen kesersin garsonu uzaktan, garson en fazla üç buçuk adım yaklaşır, sen elinle imza işareti yapıp hesap istersin (hoş ben onu hesaplama işareti sandım geçen haftaya kadar).
Bu gayet sevimsiz ve laubali uygulamayı ODTÜ'de, bi Doyurucu'da bi de Arka Bahçe'de gördüm şimdiye kadar. Ha evet evet, Arka Bahçe'yi de keşfettim sonunda. Çarşıdan 100.yıla doğru çıkıyosun, yurtların orda. Yurtçu arkadaşlar olmasa orayı da hayatta gitmez, görmezdim. Sağolun gençler..
Bugün de sınıfın yarısı gelmeyip, bi de üstüne üstlük ilk dersten popquiz yapıverinceler (neler?) son iki dersi asıp 10 kişi bilardoya gittik. Eğlenceli oldu. ODTÜ'de biraz güzel zamanlar daha geçirdim. Ha bi de yemekten dönerken Çeşni'de düştüm. Baya bildiğin pata küte cinsten. Şimdi iyiyim, merak etmeyin. :)

3 Kasım 2008 Pazartesi

ODTÜde kebap ve kebbap

Dostum her gün sınıf arkadaşlarıyla takılmaya başlamamıştı daha (:P) bir gün birlikte kebbapçıya gittik bi hevesle, ("yemekteyiz" yarışma programındaki uyuz yarışmacılar gibi ben de bazı şeyler söylicem) bi kere oturduğumuz masanın örtüsü leş gibiydi ama değiştirilmedi bu çok büyük bi hataydı, ikincisi ezme adı altında tanımlanamayan bir cisim geldi masaya sanırım salata artıklarının güneşte bekletilmesiyle oluşturduğu bir bioorganizmaydı ama çok açtık yedik malesef :D uzun süre sipariş alınmadı bi ara kalkmayı düşündük ama büyük bi tepki olur diye nezaketen vazgeçtik efendim... Neyse sonra o yemekler geldi ama anam gelmez olaydı vuuuuvvvv!! yağı mı uçuktu tadı mı kaçıktı hiç artık netleştiremicem ama kebap ustası adanalı dostum daha iyi bilir kebabı ve o da böyle diyorsa demek hakketen bir kalite sorunu var demektir. Kızılayda bir çok lokanta biliyorum, hem popüler olanları hem de az bilinen esnaf lokantalarını... Çoğunda verilen hizmetin kalitesi bunun iki katıdır yemekler adam gibidir ve üstelik fiyatlar da aynı civardadır.. Odtülüye hizmet etme ayrıcalığını yakalamış bu lokanta acaba bulunduğu yeri hak ediyor mu ha hak ediyor mu sorarım! Diyerek yerin dibine soktuğumuz lokantada daha çok beytiler, iskenderler yeriz gibime geliyor ama olsun allahtan kimse okumuyor bu yazdıklarımızı dostum :D

Kebbapçı

Bilenler bilir, ODTÜ çarşı içerisinde üst katta Kebbapçı diye bir yer var. Adı üstünde, türlü türlü kebaplar, çeşit çeşit tatlılar var. Hayır, reklam yapMıyorum, çünkü bunun için para almadım.
Eylülden beri sadece iki kez gittim ve gözlemlerim sonucu burası fena halde Müslüm Baba seviyor, ya da çaktırmadan ona özeniyor. Garsonlardan bahsediyorum.. Müslüm Babacı garsonlar.. Her sipariş için masanıza önce bir "Eveeeeeeeaat" nağmesiyle dalıyorlar ki, gerçekten ürpertici. Ne evet yani? Hayır nedir heyecanın şekerim, her zamanki gibi birşeyler isteyeceğiz ve bunları aklında tutup mutfağa bildireceksin. Bu yani.
Ayrıca şunu da söylemeliyim, ki başka bir gözlemimdir, yemekler tatmin etmiyor. Bir Adanalı olarak, kebaplar damak tadıma feci halde zararlı. Ha soslu moslu acılı Adana götürmüşsün, ha sahanda kadınbudu köfte götürmüşsün, fark yok.
Sözün özü, ODTÜ'deki keşiflerim gerçekleştikçe burada paylaşmak istiyorum. Evet Berk, sendeyiz...

2 Kasım 2008 Pazar

Ne Alıp Veremediğim Var?

Oooldum olası sevmem pazar günlerini. Çok gıcıklar, hiç bir özellikleri yok. Ne tvde bir talk show, ne benim gibi işi gücü olmayıp internete giren arkadaşlar, ne misafir geldi-gitti durumları.. Çok boş, sevimsiz ve gereksiz gün. Haftanın yüz karası. Hem ardından gelen koca bir pazartesi de cabası. Allahım sen affet, ama yok, katlanılmaz pazar günleri..
Çok iyi hatırlarım, lise 1deyken her pazar oturup yan yana on yüz binlerce "i hate sundays i hate sundays i hate...." yazardım. Hatta sadece o zamandan değil, taa çocukluğumdan gelen bir nefrettir bu. İlkokuldayken banyo günümdü mesela, pazar akşamları yatmadan önce banyoya girme zorunluluğum vardı. Gece yatınca da 'yarın okul var' düşüncesi saatlerce uyutmazdı.
Nasıl bağlıyacağımı bilemedim ama günlük formatına dönücek olursak (böyle miydi dostum?) artık hazırlık insanıyım ve bütün pazarımı pes oynayarak geçirebiliyorum. Bugün de öyle yaptım. Sonra Times in Metu'ye girdim; dostum, bir hevesle açmış olduğum bloga birşeyler yazmış. Aslan kendisi, kaplan..
Şimdi de hayasızca yazıyorum işte bloga. Pazar, saat 20:38 ve hala boş bidon gibi geçiyor gün. Üff gideyim de biraz pes oynayım, popstar izlemekten iyidir sanıyorum.. Saygılar.

sıkıcı bir pazar öğleden sonrası hava kararmaya başlıyor ve içim daralıyor. Gta SA oynuyorum CJ le renkleniyor pazar günüm. CJ kilo almış ibaresini görünce gyme gidiyoruz beraber, CJ bisiklet makinasında terlerken kendimi düşünüyorum yahu ben yağ torbasına dönmüşken CJle niye uğraşayım ki! Gideyim kendimi götüreyim gyme ama işte kıyamıyorum CJ hapisten yeni çıktı ya da gurbetten yeni geldi tam hatırlamıyorum. CJi kapatıyorum dostumun başlattığı ortak blog sayfasına yazıyorum. Niye yazıyorum spor yapmam gerekirken! Yazma sporu yapayım bari diyorum... Bu bir günlük diil anlık oldu ama olsun. Şu an mutfağa gidiyorum abur cubur kalmış mı diye... OF hava iyice karardı! Nefret ediyorum pazar akşamlarından çünkü ÇOK sessiz oluyorlar! facebook sayfasına tekrar bakıyorum bi değişiklik yok şimdi mail kutuma bakıyorum gelen mail yok... sanırım çıkıp biraz okuyacağım, dergi okuyacağım...